Afrika, büsbütün bir renkliliğin olduğu kadar acının da toprağı; kendine has hayatiyetini korumak için sürekli mücadele eden zengin bir coğrafya. Ryszard Kapuscinski ilk kez 1957’de buraya ayak bastığında, müstemlekenin zulmü hâlâ devam ediyor. Afrika ülkelerinin bağımsızlığına, yapılan soykırımlara, kabile savaşlarına, korkunç kıtlıklara antropolog duyarlığıyla tanıklık ediyor Kapuscinski. Abanoz, onun yalnızca gerçeğe erişmek isteyen tutkusunun çarpıcı bir örneği. Afrika’yı arşınlarken halklarının gündelik hayatlarında yer edinmeye çalışıyor, onların seslerine kulak vermek için can atıyor. Böylece, Batı’nın biçimlendirdiği yekpare bir kıta yerine, bir gezginin samimi izlenimlerinden doğan, Afrika’nın kendi gerçekliğine şahitlik ediyor okur.