İkinci Dünya Savaşı, zaten bir süredir değişmekte olan insanın modern denerek tabir edilen “yeni” yaşam karşısındaki mücadelesini çıkmaza sokmuştu. 1900’lerin hemen başlarında doğan insanlar geçen birkaç on yıllık sürede başka bir yüze kavuşan dünya karşısında bocalamaya başlamış, var olan düzenin değişmesine ayak uydurmakta zorlanmıştı. Szabo da bu durumun Macar toplumundaki izdüşümüne dair, fakat bizim için de oldukça geçerli olan bir hikâye anlatıyor Iza’nın Şarkısı’yla. Eşini kaybeden ve taşranın hep aynı saatte esen rüzgârına alışmış bir annenin, varlığıyla gurur duyduğu kızının yanına, Budapeşte’ye, yani şehre, modern olana taşınarak onu hep korkutan yeni bir yaşama attığı adımın doğurduğu sancılardan bahsediyor. Okur, zaman zaman insanın içini oyan, sayfalarından ince ama sürekli bir hüznün sızdığı bu hikâyede, insanın karşısındakini anlamaya ne kadar yaklaşabileceğini, merhametten doğan marazı, anne-baba-çocuk ilişkisini, sevilenin yitikliğinden doğan onulmaz kederi okuyor.