“Çünkü biz gitmedik. Götürüldük, alındık, koparıldık. Kaba saba, süngü zoruyla, silah gücüyle. Oysa biz elimize silah almadık. Kimseye silah vermedik. Kimseyi öldürmedik. Kimseye kötülük etmedik. Can yakmadık. Çalıp çırpmadık. Yıkıp öldürmedik.” … “Adımı unutmuşum gibi geldi birden. Babamın kestane balı, anamın can erik tadındaki, bacımın gül kokulu, sevdiğimin akşam kızıllığı güzelliğindeki, dava arkadaşlarımın, eş dost akraba adlarının hiçbiri aklımda değil. Yalnızca adları mı sesleri, gülüşleri, yüzleri.. Aklım boşaldı. Bugün günlerden ne? Hangi mevsimdeyiz? Bir yılda kaç ay var? Ayın kaçı? Güneş doğdu mu?
Saime Bircan Sak, bu ikinci romanında Cumartesi Anneleri’ nden yola çıkarak bir insanlık dramı olan gözaltında kayıpları psikolojik, sosyolojik ve insani boyutlarıyla anlatıyor.
Seyit Rıza’nın idam edilmeden önce M. Kemal ile yaptığı son görüşme metnini… Dersim’ de çoktan beri planlanıp organize edilen soykırıma gereçle yapılmak için, 33 askerin devlet tarafından öldürülüp suçun Dersimliler’ in üzerine nasıl atıldığını…
Türklüğün Anadolu’ ya yerleştirilmesi için yapılan diğer katliamların perde arkasını… Türkleştime projesi Türk Yönetimi projesi değilse, kimin projesidir?... ve yerli halkların cellatlarına neden bu kadar aşık? olduğunun çarpıcı belgelerini ve benzeri bir çok sorunun cevabını ilk defa bu kitapta okuyacaksınız…
6,000’den fazla madde. Mevcut en kapsamlı esprili alıntı koleksiyonu. - Balık avlamakla iskelede bir ahmak gibi durmak arasında ince bir çizgi vardır. -Steven Wrigh- - Bir treni yakalamanın bulabildiğim en iyi yolu bir önceki treni kaçırmak. -G. K. Chesterton- - Bir centilmenin tanımı: gayda çalmayı bilen ama çalmayan kişi. -Al Cohn- - Güçlü olmak, bir hanımefendi olmak gibidir. Eğer birine öyle olduğunuzu söylerseniz, değilsinizdir. -Margaret Thatcher- - Benim en iyi arkadaşım. O benim zayıf olduğumu düşünüyor, ben de onun gerçek sarışın olduğunu düşünüyorum. -Carrie Snow- - Sigaranın zararlarını okuduğumda o kadar çok korktum ki hemen okumayı bıraktım. -Henny Youngman- - Kadınların yatakta yapmayı en sevdikleri şey kahvaltıdır. -Robin Williams- - Ufak ameliyatlar hep başkalarına yapılanlardır. -Victoria Wood- - John F. Kennedy’nin fıstık alerjisinden öldüğünü düşünen tek kişi ben miyim? -Harry Hill- - Eşim ve ben yirmi yıl çok mutluyduk. Sonra tanıştık. -Rodney Dangerfield- - Çocuklarınıza her zaman iyi davranın çünkü gideceğiniz huzurevini onlar seçecek. -Phyllis Diller- - Tanrı’nın olmaması bir yana, hafta sonu bir tesisatçı bulmayı deneyin. -Woody Allen- - Bence seks paranın satın alabileceği en güzel, en doğal ve en yararlı şeydir. -Steve Martin-
‘Sevgili İlkay; Bu satırları yazarken sana, içim acıyor. Senin sesini, yüzünü, elini, inan her yerini hayal ederek yazıyorum. Beni bırakıp gitmek zorunda kaldığında körpecik bir genç kızdım. Aşkımla, aşkınla yanıp tutuşan çaresiz bir sevdalı... Eğer bir gün bir yerlerde karşılaşacak olursak, ne olur yüzüme bak. Ben, seni utandıracak hiçbir şey yapmadım. Bu mektubu yazarken bile yüzün gözümün önünde. Seni bana hiçbir kuvvet unutturamaz. Bir gün mutlaka İstanbul’a geleceğim. Yanında olmasam da o an, uzaktan izleyeceğim seni. Ne olur mesut ol. Seni üzgün görmek içimi acıtır. Biz mutsuzluğu hak edecek bir şey yapmadık. O nedenle müsterih ol sevgilim, cennette seninim.. -Aybüke Aşkenazi-
Gestapo: bu üç hece, on iki yıl boyunca Almanya'yı sonra da bütün Avrupa'yı titretmişti. Yüz binlerce insan "toplumsal gereklilikler" denen şeyin maskesi altında faaliyet gösteren ajanlar tarafından sürgün edilmiş milyonlarca kişi onun ve kardeşleri SS'lerin darbeleri altında ıstırap çekmiş ve ölmüştü. Bu böyleyken, Nazizm ve İkinci Dünya Savaşı ile ilgili olayları en küçük ayrıntısına kadar inceleyip her dilde yüzlerce cilt kitap yayımlandığı halde, Üçüncü Nazi İmparatorluğu'nun çöküşünden bu yana geçen on yedi yıl içinde, Gestapo'nun tarihini eksiksiz olarak anlatan bir eser yayımlanmamıştır. Hâlbuki Gestapo, Nazi Devleti'nin merkez ekseni olmuştu. Öyle ki bu devrin olaylarının gereği gibi değerlendirmesi, ancak bu Devlet'in dev bir polis mekanizmasının çarkları tarafından işletilen içyapısının anlaşılması ile mümkün olabilir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 1299 senesinden 1922 yılına kadar süregelen 623 yıllık yaşamında dört dönem olmuştur. 1- Kayı Aşireti Reisi OsmanGazi’nin (D-1258-Ö-1326) devletin ilk hükümdarı olması ve ona isminin verilmesi ile 1299 yılında başlayan ve 1453 yılına kadar 154 yıl süren kuruluş dönemi. 2- Fatih Sultan Mehmet’in (D-1432 Ö-1481) 1453 yılında Kostatinopl’u (İstanbul) fethi ile başlayıp, üç padişah döneminde on dört yıl başarılı sadrazamlık yapan Sokullu Mehmet Paşa’nın (D-1505 Ö-1579) 1579 yılında ölümü ile sonuçlanan ve 126 yıl süren yükseliş dönemi. 3- 1579 yılında başlayıp 1699 tarihine kadar 120 yıl süren duraklama dönemi. 4- Osmanlı İmparatorluğu’nun Avusturya, Rusya,Lehistan, Venedik Kutsal İttifak Devletleri ile yaptığı savaşta yenilgisi üzerine Karlofça Barış Antlaşması’nın imzalanması ile 1699 yılında başlayan padişah Vahdettin’in, 17 Kasım 1922 tarihinde İstanbul’dan kaçışına kadar 223 yıl süren gerileme ve çöküş dönemi.
Bu kitap, Ortadoğu’da son dönemde meydana gelen olayların perde arkasına inmeye ve bölgedeki siyaset araçlarını tam olarak anlamaya çalışan birkaç etkin girişimden birisi. Ortadoğu: Laik ve Kutsal Politikalar, temel tarihsel ve teorik bağlamları sağlam bir dengede sunuyor.
Shahrough Akhavi, bu kitabında Ortadoğu’da tarihsel gelişime yanıt olarak siyaset anlayışın nasıl evrimleştiğini ortaya koyuyor. Bu gelişmede kuşkusuz merkezi rolü İslam dini oynuyor. Kitap, ortaya konulan İslami siyasi tepkilerin arkasındaki gerçeği açıklayıp, konuyla ilgili efsaneleri ortadan kaldırıyor. Akhavi, birey, sivil toplum, devlet, adalet, otorite ve yükümlülük gibi evrensel kavramlara ve bu kavramların Ortadoğulu düşünürler tarafından nasıl yorumlandığına odaklanıyor. Sonuç olarak, bölgenin siyasi panoramasıyla ilgili heyecan verici bir tabloyu önümüze seriyor. Kitabın ufuk açıcı perspektifi, küresel siyaset teorisine yeni bir soluk getirirken, Ortadoğu siyasetini araştıranlara sağlam bir zemin sunuyor ve Ortadoğu Siyaset Teorileri dizisine önemli bir katkı sağlıyor.
Shahrough Akhavi, ABD, Columbia, Güney Carolina Üniversitesi’nde Siyasal Bilgiler profesörlüğü yapıyor.
Religion and Politics in Contemporary Iran (Çağdaş İran’da Din ve Siyaset) kitabının yazarı...
"Eser, siyasi tarih ile siyasi düşünceler arasında yol alırken bilgi sosyolojisini Ortadoğu’ya başarıyla uyguluyor."
-Asef Bayat-Leiden Üniversitesi
"Bu kitap Ortadoğu’nun entelektüel düşünce tarihini incelemek isteyen herkesin mutlaka okuması gereken bir çalışma"
-Nicola Pratt- Women and War in the Middle East editörü
"Shahrough Akhavi, bu aydınlatıcı ve kolay anlaşılır eserinde Ortadoğu siyasi düşüncesini ustaca ele alıyor."
-James Piscaroti-Avustralya Ulusal Üniversitesi
"Unutma Akrep, insanı var eden şey aynı zamanda onun zayıf noktasıdır"
"Marki Don Alfredo Cortez" Akşam olduğunda evden çıkmış, yıldızlı berrak bir Malaga gecesinde markinin evine doğru yürürken bu ismi düşünüyordu. İbn Seyid bu ismi ona boş yere vermiş olamazdı. Bir Şaolin rahibinin sözleri kulaklarında yankılandı; "Avın avcıdan haberi olmamalıdır", "Avcı avdan daha sabırlı ve azimli olmalıdır" "Ve... Avcı avın ruhunu okumalıdır"
Tanıyanlar ona Akrep derlerdi. Anadolu’da doğmuş bir Türk’tü. İçinde bitmek bilmeyen bir görme ve öğrenme isteği vardı. Yıllarca Ortadoğu ve Avrupa’da dolaştı. İstanbul, Bağdat ve Şam’da çok değerli hocalardan tasavvuf, tıp, kimya dersleri aldı sonra Avrupa’ya uzandı, Paris ve Prag’da kütüphanelerde, Floransa’da bir eczanede çalıştı, tarih ve eskirim dersleri aldı. Yetmedi uzak doğuya gitti. Şaolin rahiplerinden felsefe ve mistik sezgileri geliştiren dersler, Japon ustalardan da Ortadoğu’da aldığı gibi kılıç ve dövüş dersleri aldı. Tekrar Ortadoğu’ya döndüğünde doğunun ve batının ermişlerini görmüş, hikmet ve irfanın coğrafyası olmadığını öğrenmişti. Artık beş altı dil konuşabilen bir filozof, kendi çapında bir âlim, bir silahşor, hisleri ve mistik sezgileri çok kuvvetli bir insandı...
Ardından Şam’a çekildi. Ama ne ruhsal yolculuğu ne de her şeyi öğrenme tutkusu bitmişti. Huzur bulmak ümidiyle ülkesine, İstanbul’a döndü. Sultanahmed’in önünde bir Halvetî şeyhinin ona "İki denizin kavuştuğu yerden", "İki denizin kavuşmadığı yere" gitmesini söylediğinde otuzlu yaşlarındaydı. O da Şira’sını alarak Boğaz’dan bir yelkenliye atladığı gibi Cebelitarık’a gitti.
Tüm dünyayı dolaşmış ama aradığı neyse onu bulamamıştı, şimdi kendi gibi zıtlıklar içinde yüzen iki denizin kavuşmadığı yerdeydi, yoksa yolculuğu orada bitecek miydi yoksa orada denizler tekrar mı kavuşacaktı?
Orhan Gencebay’ın sesi, tütün gibidir. Orhan Gencebay, tütünün hem tadına, hem rengine benzer. Gencebay’ın içe işleyen buğulu sesinde tütün sarısı hüzünle, ateş mavisi öfke, yan yanadır. Değişim sürecinin sancılarını yaşayan bir ülkenin uzun sürmüş yalnızlıklarındaki hüzün ve öfke, seslerden yontulmuş bir sessizlikte çoğalır.
Sezen Aksu’nun sesi kola gibidir. Sezen Aksu, kolanın hem tadına, hem rengine benzer. ‘Sezen Aksu’nun sesinde ve ruhunda; neşenin, oynaklığın, güneşin kırmızılığı ile ölümün, hüznün, gecenin siyahlığı, özel ve parlak bir biçimde iç içedir.
‘Doğulanmış Akdeniz hüznü’nün kırılganlığında, imkânsız aşklar yaşayan bir toplumun son 30-40 yılında, kaç kişi vardır ki ‘Vazgeç Gönlüm’, ‘Bir Teselli Ver’; ‘Unut’, ‘Adı Bende Saklı’ demesin, dememiş olsun! Şarkılardan kurulu bir geçmişin, şarkılarla dokunulan her anısında, biraz Orhan, biraz Sezen vardır, biraz tütün, biraz kola olduğu gibi...
Orhan’sız, Sezen’siz bir ‘Yakın Türkiye Tarihi’, her zaman eksik kalacaktır.