Türkiye'de, edebiyat yayıncılığını koşulları göz önüne alındığında ortada "sanayi" adı verilecek genişlikte bir kurumsallaşmanın olmadığı görülecektir. Büyük yayınevleri sırtlarını daha büyük ticari-finansal kurumlara dayamıştır; medyanın yayınevleriyle ilişkisi de çoğu zaman tek taraflıdır. Edebiyat dergileri, bir dönemdeki, "gazeteciliğe insan kaynağı sağlama" özelliğini de yitirdiği için nitekli edebiyat eleştirisinin ister akademiden ister akademi dışından gelsin, fazla bir seçeneği yoktur. Günümüzdeki kültür ortamının sunduğu kabuklardan birine girmek üzere gönüllü olarak kendi kılıklarından soyunucaklardır. Bi kitaptaki yazıların okurundan da dolayısıyla, yaşadığımız kültür ortamının haritasını zihninin bir köşesinde sürekli bir başvuru kaynağı olarak canlı tutmasını talep ediyorum; çünkü pek çok yazıda halihazırdaki eleştirel dağarcığa ve geçerli değerlendirme alışkanlıklarına göndermede bulunma gereği duydum. Hakkında az ço yazılmış, tartışılmış yazarları ve yapıtları konu edişim de biraz bu bakımdan anlaşılabilir: Kendi yazılarımı baştan okuduğumda, konu ettiğim yapıt ya da yazarın yanısıra ve bazen daha fazla, o yapıtın ya da yazarın çevresinde oluşmuş eleştiri halesini eleştirdiğimi görüyorum. Kuşkusuz çok derine, çok ileriye gittiğimi söylemek de haksızlık olur; ancak kimi yazılarımda, yola çıktığım noktanın yapıttan çok yapıt hakkındaki başka görüşler/değerlendirmeler olduğu konusunda sanırım okur da bana hak verecektir.
Eteklerine vardığımız dağ
Kürt gibi esmer
Kürt gibi haşin
Oysa biz rüyalarımızdan çıkmıştık
Cebelürrahme dediler bir yitirmişin
Kırk seneden bulduğu eşin
Affa mazhar olduğu rahmetin dağı
Değilmiş bu belki çıktıkça buluruz elbet bulunur
Elbet bulunur bir hikmettir vardır hikmeti
Eşiklere bırakılmış tozlu kadınlardan kalan
Eşiklerdeki iz bir saç bağcığı
Bir ayakkabının da olabilir iyi anımsamıyorum şimdi
Koşarak çıkılan dağlar vardır
Bağcıklarını unutmadıysan eşikte
Tutuna tutuna düşmek vardır
Bağcıklarını unuttuysan eşikte
"Topluma yönelik her davranış bir sergilemedir" denir. Kişiler bu sergileme ile çeşitli iletiler vermek isterler kuşkusuz. Çoğu çabalar, bilinenleri aktarmak, daha iyisini sunmak, eleştiri getirmek veya vakti hoşça geçirtmek amacını güder. Kitap yazma da bir sergilemedir ve her yazar kendi belirlediği, yani beğendiği bir yolun yolcusu olarak okuyanlarına bazı şeyleri ulaştırmak ister. Biz de şöyle yapmak, günlük kısa olayları değil de, yaşamları tümden etkileyen olayları anılar, yansımalar halinde anlatmak istedik. Meraklandırmak, hoş izlenim bırakmak, kışkırtma avcılıkları yapmak yerine, düşünce dünyasını harekete geçirmek yolunu seçtik. Bize biçilen hazır beden ve akıl, bize sunulan en yakın ve en uzak çevreler, içinde yaşadığımız zaman diliminin olguları ve değerleri, hepsi birlikte istesek de istemesek de sağlığımızı etkiliyor. Yaşadığımız çağı derinden etkilemiş olan Fransız düşünürlerden Jean - Paul Sartre "Cehennem başkalarıdır!" sözü ile bütün bunları belirtmek istemiş olabilir.
Bireyi, aileyi, çevreyi yaratmış veya kuşatmış olan koşullar, maddi ve manevi değerler, kısa yolculuğumuzun derin etkileyicileridir. Kişisel vasıflar ise bunların arasında gidip gelmeler, uyum sağlamalar veya çatışmalar ile dolanıp durur.
Yolunu seçmiş, kendine yakıştırdığı davranışları uygulamaya ölümüne de olsa kararlı, ama hesabı hiç elden bırakmayan öncü kimseleri anlatmaya çalıştık bu öyküde. İnsanlık sağlıklı yaşam hakkını tüm gerekli koşulları ile her şeyin üstünde tutmak ve buna vazgeçilmez öncelik vermek davranışını yüreğinde ve aklında derinden hissetmez ve bu ilke ile yaşamları bezemek yolunu seçmezse, dünyanın elem verici dengesizliği sürüp gidecektir. Sağlık dışındakilerin kökende tüketim kışkırtıcılığından başka bir şey olmadığını görebilmek, tüm davranışları bun ayarlamak, olağanüstü bir ileri görüş ve yüksek seviyede ahlaki olgunluk gerektirir.
Çağımızda sanayi, ticaret, siyaset ve en geniş anlamda çevre ilişkilerini sağlık ve eğitime eksenleyecek bir dünya devrimi hazırlanıyor. Dünya, tüketim uğruna yap ılan büyük, acımasız ve dengesiz yağmadan, yalnız ve yalnız sağlıklı yaşam koşullarını yaratmak kaygusuna ve görevine yönelebilecek mi?
Bu öyküde sö ustalıklarını değil, ahlak ve aklın yönlendirdiği saf saydamlığı bulacağınızı umuyoruz.
abdullah bir süt içti
süt abdullahın ilmini biçti
sandı ki abdullah
ilim ile ilmek dolanır ölümün ayağına
abdullah bir süt içti
süt abdullaha bir kitap seçti
anladı ki abdullah
söz ile dolanır dünya
dolanır varır kıyamet bayramına
abdullah bir süt içti
süt abdullahın tenine geçti
gördü ki abdullah aksini suda
süt bir kitap olmuş gözüne konmuş
gözü yok abdullahın gözü süt
ve ağzı cennet ırmağında
Yürüyorduk... Bir yol vardı, yürünecek... Kolay olanıydı şimdiye kadar geride bıraktığımız mesafe. Yanımdaki adamı görmedim dururken. 'Yürüyeceğiniz...' diyordu. Ben bunu ayaklarımız kırılsa da yürüyeceğiz diye algılayordum. Kemiklerimiz sızlayıncaya, etimiz sarkana, yüreğimiz yeter diyene kadar değil, yol aldıkça yürüyecektik... Kaç zamadır yürüdük böyle? 'Zaman durup bizi seyreder bilmez misin? Bu zamanın doğuşuyla değil, insanın doğuşuyla başladı' demişti, yanımdaki adam. Zaman durdu, biz yürüdük. Bekliyorduk... Onlar yola vurmuşlardı canlarını. Kiminki daha kolaydı? Giden mi kalan mı daha zorda, sormuyorduk. Beklemek kolay diyordu yaşlılar. Emzikli kadınlar çocuklardan daha çok sızlıyorlardı. Kanayan bir yaranın sızlayan yerine oturup, doymak bilmeyen bebelerini emziriyorlardı kadınlar. Aç doyurulup, tok yatırılınca başlıyordu sızının en çürüğü. Beklemeye duruyordu toprağı kurumuş tarlalar. Susuzluk neydi? Gidenlerden geriye kalan bir karabasan gibi çöken vehimler miydi yoksa? Kadınlarımız biliyordu onu. Zaman bir tarafta, biz öteki tarafta durduk ve yürüyenlerin ayak seslerini bekledik bu ses vermeyen çöl kumlarının acımasız sıcağında. Beklemek çöldü.